YENİ BİR SÜREÇ Mİ?
Fatih Abiş, 12 ŞUBAT 2025

Bir süredir siyasi mekanizmalarda çeşitli açıklamalar ve diyaloglar şeklinde yürütülen çalışmalar gündemde.
Bu çalışmalar kamuoyuna “yeni bir çözüm süreci” olarak yansıtılıyor.
En çok da PKK/KCK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 2025’te yapacağı söylenen açıklamaya dikkat çekiliyor.
Konuyla ilgilenenlere “Gerçekten yeni bir şey var mı?” sorusunu yöneltmek hatta bunun cevabını sunmak faydalı olacaktır.
PKK/KCK öznesindeki bölücü nitelikli terör organizasyonları ve faaliyetlerinin 1980’li yıllardan bu yana Türkiye’nin sosyal yaşamına olumsuz etkilerinin yanı sıra siyasi, ekonomik, askeri vs. düzeyde sekter yansımaları oldu.
Hükümetler ise, bir yandan 12 Eylül 1980 askeri darbesinden kaynaklı ve geleneksel hale gelmiş vesayeti bertaraf etmek suretiyle siyasi istikrarı yakalama gayretine diğer yandan sürdürülebilir düzeyde kalkınma çabalarına girerken, zaferle sonuçlanan İstiklal Savaşı ve Atatürk vizyonuyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti sayesinde oluşan milli birlik ve beraberliği sürdürebilmeyi hedefleri arasına koydular.
Bunların önünde ciddi bir engel olarak gördükleri bölücü teröre bir son verebilmek amacıyla siyasi girişimlerde bulundularsa da bu girişimler cılız ve etkisiz denilebilecek düzeyde kaldı ve/veya özellikle PKK/KCK terör örgütü nezdinde karşılık bulmadı. Örgüt bazen açıkladığı “taktiksel ateşkeslerle”, girişim başlattığı veya girişimlere karşılık verdiği algılarını yerleştirmeye çalıştı.
Daha önceki siyasi güçlerin diyalog süreçlerine girmeksizin, 2002 yılından bu yana iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) döneminde atılan daha “cüretli, kapsamlı ve sistematik” girişimlerin adımlarını inceleyelim.
AK Parti iktidarı; kısa-orta vadede, ülke geneline ilişkin açıkladığı hedeflerine uygun şekilde attığı demokratik adımlarla dikkat çekmiş, “terör sorunu” olarak adlandırdığımız sorun ile ilgili olarak da birtakım girişimlerde bulunmaya başlamıştı.
Öncelikle temel dokümanlarından Parti Programı’nda “Doğu ve Güneydoğu” başlığı altında “Kimimizin Güney Doğu, kimimizin Kürt, kimimizin terör sorunu dediğimiz olay, maalesef Türkiye’nin bir gerçeğidir” şeklinde yapılan girizgâhtan anlaşılacağı üzere, konuya “bölgesel” bir yaklaşım sergilenmekte, soruna “Batı’dan bakış” eksikliğiyle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun demografik ve tarihi gerçekliği genellemeye kurban edilmektedir. “Türkiye’nin gerçeği” olarak ifade edilen olayın ise kimi çevrelerde nasıl tanımlandığından ziyade, yüksek devlet-millet menfaatleri çizgisinde nasıl tanımlaması gerektiği önem taşımaktadır.
İktidarın iradesiyle devlet görevlilerinin PKK/KCK yöneticileriyle görüşmeye başladığı hususu, 2009 yılında Norveç'in başkenti Oslo'da yapılan görüşmenin ses kaydının yayınlanmasıyla geniş kitlelere duyurulmuş oldu. Ses kaydı, 13 Eylül 2011'de örgüt bağlantılı Dicle Haber Ajansı'nın internet sitesinde yayınlandı, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’nın FETÖ/PDY veya istihbarat birimlerinin servis ettiği iddia edildi.
Örgütün “ateşkesi uzattığını” açıklaması, "Millî birlik ve kardeşlik projemiz bir hedeftir. Demokratik açılım süreciyle bu hedefe ulaşacağız" diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Demokratik Toplum Partisi (DTP) lideri -sonraki yıllarda da “sürecin aktörü” rolünü vereceği- Ahmet Türk ile bir araya gelmesi, Öcalan'ın çağrısıyla 34 PKK üyesinin teslim olması (Habur Olayı), bunlara karşın Anayasa Mahkemesi’nin oybirliğiyle DTP'nin kapatılması ve Genel Başkan Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk'un milletvekilliğinin düşürülmesine karar vermesi aynı yıl dikkat çeken gelişmelerdi.
2010 yılına girildiğinde, Öcalan "Demokratik açılım açısından önemli bir çözüm fırsatının heba edildiğini ancak henüz geç olmadığını" açıklamış, Hükümetin "İnsan Hakları Paketi" kapsamında Kürtçe gibi farklı dil ve lehçelerde, cezaevlerinde görüşme, özel kanallarda yayın, enstitü-araştırma merkezi kurulması hakkı tanınmış, yol kontrolleri ve yayla yasakları gevşetilmiş; Başbakan Erdoğan demokratik açılım ve çözüm sürecini anlatmak için sanatçılarla bir araya gelmişti. Bunlara mukabil Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yetkilileri ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli açılım karşıtı açıklamalar yapmış, Ahmet Türk’e Samsun’da yumruklu saldırı yapılmış, teslim olan PKK/KCK’lılardan 13'ü hakkında da tutuklama kararı çıkmış, biri Öcalan için "sayın" ifadesini kullandığı gerekçesiyle 10 ay hapis cezasına çarptırılmış, PKK/KCK yöneticisi Duran Kalkan'ın "Genel af da çıksa silah bırakmayız" şeklinde özetlenebilecek açıklamasını yazan gazeteci Namık Durukan Terörle Mücadele Kanunu'nu (TMK) ihlal ettiği gerekçesiyle 1-7 yıl hapis cezasıyla yargılanmıştı. Ayıca yapılan referandum sonucunda %57,88 ile Hükümetin Anayasa değişikliği kabul edilmişti.
2011 yılında 14 Temmuz’da Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un eş başkanlığında toplanan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) sonucunda "Uluslararası insan hakları belgelerinin tanımladığı haklar ışığında, ortak vatan anlayışı temelinde toprak bütünlüğüne ve demokratik ulus perspektifi temelinde Türkiye halklarının ulusal bütünlüğüne bağlı kalarak, Kürt halkı olarak Demokratik Özerkliğimizi ilan ediyoruz" denilmişti. “Öcalan'ın aydınlarla daha rahat görüşebilmesi için ev hapsi imkanı sağlanmasını” öneren Aysel Tuğluk, Oslo krizinin yaşanması sonrası Öcalan ile müzakerelerin yeniden başlatılması çağrısında bulunurken, PKK/KCK Hakkâri/Çukurca ilçesi baskınında 26 askerimizi şehit etmiş, Şırnak/Uludere sınır bölgesinde TSK savaş uçaklarının bombardımanıyla 35 kişi ölmüştü. Aynı yıl Genel Seçimleri %49,83 oy oranı ile AK Parti kazanmıştı.
İktidarı devirmeye yönelik çabalarını aleni hale getiren FETÖ/PDY’nin güvenlik ve yargı kurumlarına sızmış üyelerinin organizasyonuyla, PKK/KCK operasyonları bağlamında 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve bazı MİT mensupları şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmışsa da karşı hamlelerle kumpas bertaraf edilmiş; Başbakan Erdoğan “Oslo görüşmelerinin çözüme yönelik olarak yapıldığı, daha sonrasında samimiyetsizlik ve terör örgütü tarafından bilgilerin servis edilmesi nedeniyle bu görüşmelere son verdikleri”, “MİT’in Kürt sorununa çözüm bulmak için Öcalan'a ziyaretlerde bulunduğu” yönünde açıklamalar yapmıştı.
2013 yılına gelindiğinde Öcalan ile görüşmeler devam etmiş, FETÖ/PDY elebaşı Fetullah Gülen’in bir açıklamasında sürece destek verdiği iddia edilmiş, Türkiye Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) da “Çözüm sürecine destek vereceklerini” açıklamış, diğer yandan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in yerine Mardin Milletvekili Muammer Güler getirilmiş, Erdoğan “MİT ile Öcalan arasındaki görüşmelerin İmralı Süreci yerine Çözüm Süreci olarak adlandırılmasının daha doğru olacağını” söylemişti. Öcalan ile görüşen heyet, anılanın barış için önerdiği “yol haritasını” almış, PKK/KCK’nın kaçırdığı 8 işçi Öcalan’ın talimatıyla bir heyete teslim edilmiş, Diyarbakır'da Nevruz etkinlikleri sırasında Öcalan'ın “PKK/KCK'nın silahlı güçlerinin Türkiye topraklarından çekileceğini ve silahlı mücadeleye son verildiğini” içeren mektubu okunmuş, örgüt de olumlu karşılık vererek “Öcalan'ın bu emirlerine uyacağını ve Türkiye topraklarından çekileceğini” açıklamıştı. Bu kapsamda Başbakan Erdoğan “Türkiye topraklarını terk eden PKK üyelerinin herhangi bir çatışma yaşanmaması için sınırdan geçerken silahları bırakmaları gerektiğini” söylemiş, ayrıca çözüm sürecini yedi bölgede halk nezdinde tanıtmak ve teşvik etmek için kurulan "Akil Adamlar" komisyonu ile bir araya gelmiş; TBMM’de CHP ve MHP’nin görev almadıkları Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu, 450 sayfalık raporunu açıklamıştı.
28 Mayıs 2013’te başlayan Gezi Parkı Olayları 30 Ağustos’a kadar sürmüştü. PKK/KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan "Devletin süreci sabote ettiğini bu yüzden sürece dair ciddi kaygılarının oluştuğunu", Cemil Bayık ise “Hükümetin Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerin diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçmemesi ve Hükümetin adım atmaması durumunda süreci bitireceklerini” söylemiş; Başbakan Erdoğan farklı dilde eğitim, seçim barajında değişiklik, eski köy isimlerinin verilmesi, öğrenci andının kaldırılması, "x, w, q" harflerinin kullanılabilmesi gibi yenilikler içeren demokratikleşme paketini açıklamış, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi girişine Kürtçe bir tabela eklenmişti. FETÖ/PDY, iktidarı devirme çabaları kapsamında bazı bakanlar, bürokratlar ve Başbakan Erdoğan’ın aile bireylerini hedef alarak 17 ve 25 Aralık 2013’te kumpas faaliyetlerine girişmiş, AK Parti Ordu Milletvekili İdris Naim Şahin çözüm sürecini de gerekçe göstererek istifa etmişti.
2014 yılında ise; MİT mensuplarına görev gereği tutuklu ve hükümlülerle görüşme, görüşme yaptırabilme, terör örgütleri dâhil olmak üzere millî güvenliği tehdit eden bütün yapılarla irtibat kurma yetkisi verilmiş, PKK/KCK Irak/Kandil karargahına heyet gitmiş, Suriye’de “Cizire, Kobani ve Afrin Kantonları” ilan edilmiş, Türkiye'de Kürdistan sözcüğünün geçtiği ilk siyasi parti kurulmuş, Diyarbakır Lice'de askeri birlikte göndere çekili Türk bayrağı indirilmiş, Hatip Dicle ile PKK/KCK ana davası sanıklarının tümü tahliye edilmiş, Irak’taki bölgesel yönetimin lideri Mesut Barzani “Çözüm sürecinin sonuca ulaşması halinde Öcalan’ın serbest bırakılacağını” iddia etmiş, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanı Figen Yüksekdağ “Barışın sağlanması için -Öcalan dâhil- siyasi mahkumların bırakılması, TMK'nin lağvedilmesi ve ana dilde eğitimin önünün acilen açılması gerektiğini” söylemiş, Cemil Bayık PKK’nın tamamen silah bırakması için öne sürdükleri şartların en başında "Öcalan’a özgürlük" ve "anayasal güvence" olduğunu açıklamış ancak Adalet Bakanı Bekir Bozdağ "Öcalan için ev hapsi ile ilgili bir çalışmamız yok. Böyle bir düşüncemiz de yok" demişti. 2014 Yerel Seçimlerinde de %43,39 ile AK Parti birinci parti olmuştu.
Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için “yürütülen çözüm sürecine” ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla “Milli Birlik ve Kardeşlik Yasası” denilen 6551 sayılı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun 16 Temmuz 2014’te Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Kanunla Hükümete; siyasi, hukuki, sosyoekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımları belirleme; yurt içindeki ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılmasına karar verme ve bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum veya kuruluşları görevlendirme; silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alma; bu Kanun kapsamında yapılan çalışmalar ile alınan tedbirlere ilişkin kamuoyunun doğru ve zamanında bilgilendirilmesini sağlama; alınan tedbirlere ilişkin uygulama sonuçlarını izleme ve ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlama; gerekli mevzuat çalışmalarını yapma görevi verilmiş; çalışmaların koordinasyonu ve sekretarya hizmetleri Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’na (KDGM) yönlendirilmiş, görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai sorumluluğu olmayacağı hükme bağlanmıştı.
Ardından Bakanlar Kurulu’nun 1 Ekim 2014’te Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 30/9/2014 tarihli 2014/6833 sayılı Ekli “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Kapsamında Yürütülecek Çalışmalara İlişkin Esaslar”ın yürürlüğe konulması kararında, 61’inci Hükümet tarafından 2013 yılında Çözüm Süreci olarak adlandırılan sürecin başlatıldığı; bu sürecin bölücü terörü sona erdirerek Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü güçlendirmeyi, ülkemizin istikrar ve kardeşliğini geliştirmeyi, Türkiye’yi demokraside, hukukta, ekonomide, dış politikada dünyanın en önde gelen ülkelerinden birisi haline getirmeyi hedeflediği iddia edilmiş, kurumlararası İzleme ve Koordinasyon Kurulları ile Çözüm Süreci Kurulu oluşturulmuştu. Yürütülen süreçler 6 Eylül 2014’te TBMM’de kabul edilen 62’nci Hükümet Programı ve 6551 sayılı Kanunda belirlenen çerçeve ile artık devlet politikası haline getirilmişti.
2014 yılının sonlarına doğru Öcalan “Çözüm sürecinde müzakerelere geçilmemesinden rahatsızlık duyduğunu ve artık sabır taşının çatladığını” açıklamış, MİT Müsteşarı Fidan İmralı'ya giderek Öcalan ile görüşmüş, süreçten sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay “Görüşmelerin artık genişlemesi ve Avrupa ile Kandil’e uzanmasını arzu ettiklerini” söylemiş ve olumlu yanıt almış, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel "Hükümet yol haritasını bize vermedi, basından öğreniyoruz. Keşke görüşümüz sorulsaydı. Hükümet silahsız çözüleceğini söyledi, analar ağlamasın isteriz. Çözüm sürecinde kırmızı çizgiler aşılırsa gerekli cevabı veririz" şeklinde açıklama yapmış; TSK'ya Suriye ve Irak'ta sınır ötesi operasyon ve müdahale yetkisi veren tezkere TBMM'den geçerken CHP ve HDP “Hayır” oyu vermiş, HDP’nin “IŞİD tarafından kuşatılan Suriye/Kobani'nin düşmesi durumunda çözüm süreceğinin biteceği" yönünde açıklaması akabinde çıkan olaylar sonucunda toplam 34 kişi ölmüş; Cemil Bayık, Kobani ve Türkiye'de yaşananlardan Hükümeti sorumlu tutmuş ve “Meclis'ten geçen tezkerenin bir savaş ilanı olduğunu, bu nedenle de çektikleri bütün birlikleri Türkiye'ye geri gönderdiklerini” açıklamış, Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç "Çözüm sürecine mecbur ve mahkum değiliz" demişti. ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR) ile Atlantik Konseyi üyesi ve açılımın mimarlarından olduğu iddia edilen (2007 raporu) David L. Philips, sürecin sona ermesinden AK Parti Hükümetini sorumlu tutmuştu. Bu dönemde Recep Tayyip Erdoğan %51,79 oy oranıyla Cumhurbaşkanı seçilirken, çözüm sürecinin koordinatörü Beşir Atalay Ahmet Davutoğlu'nun kurduğu kabineye alınmamıştı.
2015 yılı başlarken Meclis’e gelen "İç Güvenlik Paketi" görüşmesi ikinci kez ertelenmiş, HDP’nin İmralı-Kandil temasları artmış, Süleyman Şah Türbesi PKK/KCK/PYD’nin kontrolündeki Suriye/Eşme köyüne taşınmış, demokratikleşme programını içeren 10 konunun Hükümetin olduğu bir toplantıda okunmasına karar verilmesi sonrası 28 Şubat’ta İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakanlık Ofisi’nde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Âlâ, AK Parti Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu ve İmralı Heyeti’nin olduğu toplantıda Öcalan’ın PKK/KCK’ya “silahsızlanma kongresi toplama” çağrısı okunmuş, bu gelişme “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak anılmaya başlamıştı. Ancak PKK/KCK Eş Başkanları Cemil Bayık ve Hülya Oran “PKK silah bırakacak açıklamaları seçim propagandasıdır. Silahların bırakılması, ancak Öcalan’ın bizzat katılacağı bir kongrede karara bağlanabilir. Yani PKK bu kararı Öcalan serbest kalmadan açıklamayacak. Bu adımlar atılmadan hareketimize, halka, Türkiye demokrasi güçlerine güven vermeden kongrenin toplanması, kongrenin onların belirttiği gibi kararlar alması düşünülemez.” demiş, HDP lideri Demirtaş “Seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız” sözleriyle iktidarın şimşeklerini üzerine çekmişti.
Ayrıca, Öcalan’ın Diyarbakır’da 21 Mart Nevruz Günü okunan mektubunda da PKK/KCK’ya silahsızlanma kongresi çağrısı yapılırken ön şart olarak Parlamento ve İzleme Heyetinden oluşacak bir Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu öne sürülmüş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dolmabahçe açıklamasını doğru bulmadığını, tarafların iki farklı metin okuduğunu, taleplerin kabul edilemeyeceğini” söylemesi Çözüm Sürecini sonlandırdığı şeklinde yorumlanmış, KCK Eş Başkanı Hülya Oran "Sürecin işlemediği, müzakere bir yana diyalog sürecinin de ortadan kaldırıldığı, devletin atacağı adımlar üzerinden örgüt kongresi toplanacak iken gündemden çıkardıkları, Kürt sorunu çözülmeden, Kürt kimliği tanınmadan, bu temelde anayasa değiştirilmeden ve Kürtlerin statüsü kabul edilmeden kongre yapılmayacağı, Öcalan'ın bir taraf olarak resmi kabul görmesi gerektiği" beyanında bulunmuştu.
Haziran 2015 Genel Seçimlerinin ardından HDP %13 oyla barajı geçip 80 milletvekili çıkarırken %41’de kalan AK Parti tek başına iktidar olamamış, bu gelişmeye dayanan Demirtaş'ın “Öcalan'ın çağrısıyla örgütün silah bırakabileceği” açıklamasına PKK/KCK cevabında “PKK'nın Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bırakma konusu ve bunun iradesi tamamen bize aittir, HDP, PKK’nın yasal partisi değildir. Dolayısıyla böyle bir çağrıyı HDP yapamayacağı gibi mevcut İmralı koşullarında bulunan Abdullah Öcalan'ın böyle bir çağrıyı yapması mümkün değildir. HDP’nin ve Öcalan'ın 'silah bırak' çağrısı yapmasını beklemek ve bu yönlü dayatmalarda bulunmak çözümsüzlükte ısrardır ve bunu da hareketimizin kabul etmesi mümkün değildir. Bu tutumumuz ne Öcalan'ı dinlememek ne de HDP’nin politika yürütmesinin önünü almaktadır." karşılığını vermiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Tüm dünyaya sesleniyorum. Bedeli ne olursa olsun, Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'nin güneyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz." demiş, Karayılan’ın "Onlar Rojava’ya müdahale ederlerse biz de onlara müdahale ederiz; o zaman Türkiye’nin tümü bir savaş sahasına dönüşür.” tehdidine paralel PKK/KCK Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da inşa edilen barajları gerekçe göstererek ateşkesi bitirdiğini açıklamış, KCK Eşbaşkanı Bese Hozat, Özgür Gündem gazetesine “Yeni Süreç: Devrimci Halk Savaşıdır" başlıklı bir yazı yazarak “devrimci halk savaşı ve serhıldan” çağrısı yapmış, Şanlıurfa/Suruç’ta Kobani’ye gitmek için toplanan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) mensuplarına IŞİD’li canlı bomba saldırısında 32 kişi hayatını kaybetmiş, Cemil Bayık “Köylerde, kentlerde, mahallelerde yer altı sistemi, tüneller, mevzi sistemi geliştirmeli.” şeklinde talimat vermiş, 22 Temmuz’da Şanlıurfa/Ceylanpınar’da 2 polisin şehit edildiği ancak faili tespit edilemeyen saldırı da sürecin sonlandığına yorumlanmış, TSK 3 yıl sonra Kuzey Irak’a PKK/KCK hedeflerine hava operasyonu düzenlemişti.
Aslında sürecin genelinde PKK/KCK, terör örgütü kimliğiyle silahlı saldırılarını sürdürmüştü. Sürecin bitimiyle yapılan çağrılarla çok sayıda yerel oluşum mahalli düzeyde kurtarılmış bölge teşkiline çalışmış, hendek kazma gibi yöntemlerle fiziki engeller de koymuştu. Son olaylarda çeşitli yerlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış, kalkışma bastırılmış ancak çok sayıda şehit verilmişti.
Açılımın yürütücüsü görevi verilen KDGM 9 Temmuz 2018’de 703 sayılı KHK ile kapatılarak her türlü hak ve yükümlülükleri İçişleri Bakanlığına devredilmiş, tereddütleri gidermeye Cumhurbaşkanlığı yetkili kılınmıştı.
Görüldüğü üzere, iktidar 22 yıllık döneminde yönetsel hedefleri ile dış ilişkileri doğrultusunda, PKK/KCK terörüne yönelik, birkaç kez çeşitli şekillerde çözüm süreçleri işletmiştir.
Yöntemler, niyetler, aktörler, etken faktörler değişiyor iken her seferinde birkaç aşama ileri birkaç aşama geri gidilmiş “bu coğrafi, ekonomik, sosyal şartlarda bu tarz terör örgütleriyle olumlu sonuçlar alınacak anlaşma yapılamayacağı” çeşitli şekillerde görülmüştür.
İktidar bir süre demokrasi, bürokrasi, özgürlükler, haklar ve eşitlikler alanlarında cesur ve seri adımlar atmış, daha sonra ekonomik zafiyetlere paralel olarak söz konusu alanlarda da yıllar öncesine dönülmüş hatta dip noktaları tecrübe edilmiştir.
Oslo’daki girişimin -FETÖ/PDY veya istihbarat servisleri tarafından- ifşa edilmesi, üçüncü tarafların sürece dahil edilmesinin ne tür riskler getirebileceğini göstermiştir.
Üstüne üstlük cezaevinde bulunan Abdullah Öcalan’dan, durumu ve pozisyonuyla ölçülü olmayan bir talimat, etki arayışında ısrar edilmektedir.
Örgüt ise, mayası gereği terör dışındaki alternatiflere kendiliğinden girmek istememekte, çoğunlukla iktidarların bu girişimleri başlatmasıyla değerlendirme yapmaktadır.
Çözüm Süreci közlerinin canlandırılmasıyla ya da söndürülmesiyle seçimler, referandumlar, Anayasa değişiklikleri arasında periyodik ve inanılmaz “tesadüfi” bir bağlantı olması dikkatlerden kaçmamaktadır.
Dolayısıyla 2024 itibarıyla başlayan girişimler bağlamında “yeni bir süreç mi?” sorusuna verilecek cevap bellidir.
6551 sayılı Kanun ve 30/9/2014 tarihli 2014/6833 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın yürürlükte olduğu ve çözüm konusunun AK Parti Programı’nda yerini koruduğu dikkate alındığında, zaman zaman kesilen-durdurulan ancak hukuki ve siyasi temelde “devam eden bir süreç” olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.