top of page

BASE (BAŞKENT ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ)

ANALİZ-DOSYA / SİYASET BİLİMİ, Mayıs 2020

 

 YAKIN SİYASİ TARİHİMİZ İÇİN BİR ANALİZ ÇALIŞMASI 2

(2002 – 2020)

HER YER, HER ŞEY AKP

 

Hani derler ya “her yol Paris”, AKP de iktidar olduğu günden başlayarak “siyasal İslam” ideolojisinden gelen kadrolarıyla hükümet, devlet, siyaset ve de ticaret hayatının göbeğine oturmaktaydı. Dini cemaat ve grupların şemsiyesi olmuş, “ne isterlerse veriyor” ve adı “maneviyatçı” olan bir gelenekten gelen kadrolar büyük bir maddi menfaat ve sebeplenme zincirinin halkaları oluyorlardı. Fethullah ve çevresindeki imamların organizesi ve iktidarla iş birliği sayesinde devletin kadroları, (ordu, emniyet ve yargı başta olmak üzere) imkanları ve en önemlisi de ülkedeki sermaye yapısı el değiştiriyordu.

YEME, İÇME, ÜLEŞME İTTİFAKI var gücüyle seyrediyordu. İktidar kadroları kendilerine sandıkta verilen bu fırsat ve imkânı var gücüyle kullanıyor; bir yandan elde olunan maddi-siyasi gücün tesiriyle hayatları boyunca siyasal İslam çizgisinde bulunmamış, bu işlerle ilgisi alakası olmamış kitleler adeta ikinci ve üçüncü halka olarak AKP etrafında şekillendiriliyordu. Bir yandan gönüllü (menfaatten, nimetten sebeplenme) diğer taraftan mecburcu (iktidara ters düşerek işinden gücünden olma endişesi) yeni AKP’li bir sınıf oluşturuyordu. Bürokrat kadrolar, iş ve ticaret çevreleri, yeni düzenin sendikaları, dernekleri, vakıfları, ele geçirilen medya ve akla gelen, gelebilecek her şey ile bir AKP düzeni, çevresi, sosyetesi, zengin sınıfı inşa ediliyordu, edildi de…

AKP’NİN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİ

İşte bu yapılanma ve şekillenmenin getirdiği güç odağı, eskiden gelen liberal, muhafazakar, demokrat, kısmen milliyetçi insanların da (tarihte DP, AP, ANAP, DYP, MHP gibi partilere yönelmiş insanlar) AKP çizgisinde yer almalarına sebep olmaktaydı.

Özellikle “merkez sağ” kesim AKP’ye kaptırdığı bu avantaj durumundan rahatsızdı. AKP %50’ye yaklaşan oy oranına ulaşmış, bir referandumda tavan yapmıştı. %57. Milli Görüş hareketinden getirdiği %12-14’den fazla olmayan temel bir oy kaynağı vardı. Artık militan partili diye vasıflandırılacak (AKP’lileşen, iktidar ve belediyelerin etrafında yoğunlaşan, büyük menfaat birliğine ortak olan) olanların dışında AKP’de nereden baksanız %20-25 civarında “emanet” denilecek oy vardı. (Eski DP-AP geleneğinden gelenler, DYP’li, ANAP’lı, MHP’li seçmenler)

AKP’nin bu gelişmesi birçok çevreyi rahatsız ediyor, ülkenin içine düştüğü bir rahatsızlık olduğu inancında olan AKP’li olmayan çevrelerde siyasi çözüm arayışları sürdürülüyordu. Ülke AKP ile CHP’ye mahkum bir siyasi kilitlenmeye maruz kalmıştı. İktidarı, belediyelerin imkanlarını ve gücünü (kendine göre) değerlendirmede başarılı olan bir AKP ile muhalefet etmede (halka göre) başarılı olmadığı farz edilen CHP… Kilitlenen siyaset…

Niye kilitlenme? Her siyasi iktidar alternatifiyle vardır. Türkiye’de ise iktidar adayı olarak gözükmeyen bir muhalefet söz konusu idi. Bu iki partinin dışında kalan MHP’nin ise ne muhalefet etmeye ne de iktidar olmaya gönlü yoktu.

2007 SEÇİMLERİ ÖNCESİ İTTİFAK ARAYIŞLARI

2002Den seçimlerin yapılacağı 2007 yılına gelindiğinde memlekette siyasi ortam bu şekildeydi. Gelenekçi “milli görüş” çizgisinden getirdiği oylarının üzerine, cemaatler arası  ittifakla yeni bir oy tabanı elde etmiş; iktidar/belediye nimetleri etrafında büyüyen bir kitleyi militanize etmeyi başarmış bir AKP, 2007 seçimlerinin de favorisi gözükmekteydi. Solun bir puan altı bir puan üstüyle %25’lere kilitlendiği, MHP’nin %8-12 arasına (Meclise girebilme hedefiyle) razı geldiği bir ortamda büyüyen bir AKP gerçeği ortadaydı. Cemaatlerle ahbaplık, ortaklık üzerine kurulan yapıdan da taraflar şimdilik mutlu görünüyorlardı. Feto AKP’yi, AKP Feto’yu büyütmeye devam ediyordu.

Seçimlerin yaklaştığı günlerde bu gidişe dur diyecek siyaset arayışları hayata geçirilmek istendi. AKP’nin de oy tabanını teşkil eden kitleden oy koparabilecek siyasi çözüme ihtiyaç olduğunu düşünen çevreler ittifak arayışlarına giriştiler. Bu noktada çok önemli iki formül ortaya geldi ve fakat her ikisi de adeta yok edilerek  AKP için saha temizliği yapıldı.

Birinci arayış, “Demokrat Parti” formülü denilen ve sağ gelenekten gelen DYP ve ANAP’ın birleşmeleri veya seçime ittifakla girmeleri idi.

Görüşüldü, yol arandı çatı çatılmaya çalışıldı, Demokrat Parti formülü için anlaşıldı. Merkez sağ kitlelere, insanlara heyecan verildi ama bu iş olmadı, çatı çatılamadı, girişimler hüsran oldu. DYP ve ANAP ayrı ayrı seçime girdiler. İkisi de baraj altında kaldı.

Bu işin engellenmiş olduğuna, bozulup yürümemesinin sağlanması için çalışmalar yapıldığına ilişkin dedikodular/rivayetler muhtelif…

“DP formülü gerçekleştirilebilse netice ne olurdu?” siyasetin önemli sorusudur. Siyaset yorumcuları ve zamanın anketleri bu partinin veya ittifakın en az %13-16 bandında oy alabileceğini söylediler. Olmadı, ne oldu? MHP barajı aştı Meclis’e girdi.

AKP ve CHP dışında “merkez sağ” gelenekten gelen 3. Bir partinin temsil edilmesi halinde Türk siyasi hayatının geleceği ve kaderi değişir miydi? Bu da soru…

DP formülünün yürümeyeceğinin anlaşılması ve seçimlere AKP ve CHP dışında 3. Parti olarak MHP’nin girişinin kesinleşmesi üzerine MHP yönetimi “merkez sağ” seçmenin oyuna talip olabilir, bunun için formül üretebilirdi, YAPILMAMIŞTIR!... Ne 2007 seçimlerinde ne de sonrasında MHP’nin bu yönde bir gayreti görülmedi.

O tarihlerde bir başka ittifak arayışına daha şahit olduk, o da gerçekleşmedi… Engellendi mi? Bilmiyorum!.. Tahminim o yöndedir.

Saadet Partisi BBP yöneticileri görüşmeler yaptılar. MHP ile yolunu ayırmış bazı kişiler zaten BBP kadrolarındaydılar. (Muhsin beyle ayrılıp kurucu olanları kast etmiyorum, sonradan girenler oldu.) Bu ittifak ümidinin doğuşu ve görüşmeler sırasında MHP’li çok sayıda eski bakan, milletvekili, yönetici daha bu muhtemel ittifakta aday olmak düşüncesiyle BBP’e kaydoldular. Bir kısmı da sıradaydı. SP + BBP + eski MHP’lilerden oluşacak bir güç birliği yolunda yürünürken, bu konu da ne yapıldı, edildi rafa kaldırıldı. SP tek başına seçime girdi, Muhsin bey de Sivas’tan bağımsız aday oldu.

Gerçekleşmeyen (veya engellenen) bir formül de buydu. Gerçekleşebilseydi ne olurdu, baraj aşılabilir miydi? Soru işaretidir.

Bu iki ittifak arayışının sağlanamamış olması neticesinde MHP barajı aşmış, “merkez sağ” temsilcisi bir parti ise Meclis’e girememiş oldu.

İşte bu zaman sürecinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi neticesinde AKP kendi adayını Cumhurbaşkanı seçtirmiş oldu. “Bizim adayımız ayrıydı” iddiasına rağmen MHP’nin 367 çoğunluğa olan vaki katkısı AKP’ye ve Abdullah Gül’e Çankaya yolunu açtı.

Artık eli güçlenmiş, gücünden emin, cemaatlerin koalisyonunu sağlamış, ülkeyi FETO ile birlikte yöneten; muhalif kadroları (orduda, yargıda, bürokraside, emniyette, iş hayatında vs.) tasfiye eden bir AKP iktidarı söz konusuydu. Zenginleri multimilyarder olan, orta hallisi yeni zadegan sınıfı haline gelen, en fukarası devletten/belediyeden beslenen bir iktidar çevresi “ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKESİ”nin kötü bir örneği halinde gelişiyordu. (Guy Sarmon. Ulusların Yeni Zenginliği)

DEVAM EDECEĞİZ....

bottom of page